MUSTAFA KEMAL VE ALİ ÇAVUŞ

                  MUSTAFA KEMAL VE ALİ ÇAVUŞ (*) 2.yıldız okundu**

 

    1931 yılı, şubat ayının ilk günüydü. Pırıl pırıl parlayan Güneş, bir bakıma İlkbaharı müjdeliyordu. Denizli sokaklarında Kulaktan kulağa bir söz dolanmaya başladı:” Mustafa Kemal geliyormuş, Mustafa Kemal geliyormuş.” Günün aydınlığında, gecenin karanlığında, yansıyıp gidiyordu bu söz uzak köylere, kasabalara, komşu illere. Dalga dalga savrulup gidiyordu Ege Bölgesinin dört bir yanına.

 

     Ali Çavuş, Muğla pazarında aldı haberi. Pazar yerindeki sergisini hemen toplayarak eşeklerine yükleyip yola koyuldu. Bir günde Göktepe’yi aşarak Tavas’a geldi. İkinci günde de Tekke köyüne ulaştı. Aslında Muğla ile Tekkeköy arasını eşeğiyle birlikte üç günde kat ediyordu Ali Çavuş.

     Tekke köyü, Denizli’ye uzak değildi. O gece evinde yıkanıp dökündükten ve güzel bir uyku çektikten sonra ertesi gün erkenden Denizli’ye vardı. Denizli’nin sokakları, bir gün önceden dolmuş taşmıştı. Uzak köylerden, kasabalardan ve çevre illerden gelen pek çok insan Denizli sokaklarında dolanıp duruyordu.

     Ali Çavuş, kalabalığı yara yara yürüyerek doğruca vilayete gitti. Vali beyin kapısına dayandı. Kapıda iki polis bekliyordu: Valilik makamında çok önemli bir toplantı varmış: Belediye başkanı, 51. Piyade Alayı Komutanı, 33. Topçu Alayı Komutanı, toplantıya çağrılmış. Esnaf Birliği Başkanı, Denizli Horozları Derneği Bakanı ile kimi sivil toplum örgütlerinin başkanları da içerideymiş. Mustafa Kemal’i karşılama töreni hazırlıkları yapılıyormuş.

     Kapının önünde bekleyen polislere:

     -Vali Bey’i görmek istiyorum, dedi Ali Çavuş.

     Birinci polis:

     -İçeride toplantı var, giremezsin.

     Ali Çavuş:

     -Çok önemli, Vali Bey’i görmem gerek.

     -İkinci Polis:

     -İçeri girmek yasak hemşerim, içeride toplantı var, dedik ya…

     Ali Çavuş:

     -Önemli bir mesele var, Vali Bey’e….

     Birinci Polis Ali Çavuş’un sözünü keserek:

     -Girmek yasak dedik ya dayı, giremezsin işte, hadi uzaklaş şuradan.

     Ali Çavuş, pencereye doğru çekildi. Pencereden dışarıdaki kalabalığa bakmaya başladı. Derin derin soluklanarak içini çekiyor, bir yandan da polisleri izliyordu. Bir ara polisler kapıdan az uzaklaşınca kapıya yüklendi ve içeri daldı. İçerideki gözler, bu beklenmeyen konuğa dikildi.

     Vali:

     -Ne oluyor burada? diye bağırdı.

     Ali Çavuş:

     -Mustafa Kemal Paşa gelecek diyorlar, Vali Bey’im, doğru mu?

     Vali:

     -Gelecekse gelecek, sana ne, çık dışarı!

     Ali Çavuş:

     -Söyleyeceklerim var vali Bey’im!

     Vali:

     -Atın şunu dışarı!

     Arkadan içeri giren polisler, Ali Çavuş’u tutup dışarı çıkardılar. Bekleme odasında dolanmaya başlayan Ali Çavuş, dişlerini gıcırdatarak polislere bakıyordu. Bir ara polislerin arasından sıyrılan Ali Çavuş, kapıya dayanarak kendini içeri attı. İki polis, Ali Çavuş’u kollarından tutarken Ali çavuş bağırmaya başladı:

     -Mustafa Kemal Paşa gelirse beni sorar Vali Bey!

     Ali Çavuş kapının yanında bağırırken Vali Bey de polislere bağırıyordu:

     -Atın bu adamı kodese, Reisi Cumhur Hazretleri Denizli’den ayrılıncaya kadar kodeste kalsın.

 

                                * * *

 

     O andan sonra neler olduysa oldu ve Ali Çavuş, kendisini hapishanede buldu. Dışarıda parlak güneş vardı ama hapishanenin içi buz kesiyordu. Bir köşeye oturan Ali Çavuş yüzünü ellerinin arasına alarak olanları düşünmeye başladı.

     Sıkıntıdan başı dönüyor, yüreği güm güm ediyordu. Akşam karanlığı basmış, uyku yok, gece yarısı olmuş, uyku yok. Zaman gümbür gümbür yuvarlanıp gidiyordu. Düşünceleri hep Mustafa Kemal’e kayıyordu. Gece boyu, zihin bahçesinde Mustafa Kemal dolandı durdu. Ne yapsa ne etse gözlerine uyku girmiyor, düşünceleri gidip Mustafa Kemal’e uzanıyordu. Buz kesen odada, uyur uyanık geçiyordu gece. Bedenini yalnızca zihin bahçesini dolduran Mustafa Kemal aşkı ısıtıyordu. Sabaha kadar Mustafa Kemal ile uyudu, Mustafa Kemal ile uyandı. Yatak yorgan olmayan, buz kesen odada gece boyu Mustafa Kemal ile yaşadı.

                               ***

     Ali çavuş, Çanakkale Savaşları’na katılmış ve Mustafa Kemal’i orada tanımış. Savaş alanında topuğundan kurşunlandığı için askerlikten terhis edilip köyüne dönmüş. Köyünde ona Topal Çavuş, derlerdi.

     Ali Çavuş kendine bir iş kurmuş. Dinar dağlarında büyük meşe ağaçları varmış. Bu ağaçları kesip yakarak kömür yapıyormuş. Bu kömürleri iki eşeğine yükleyerek Uşak’taki araba atölyelerine satıyormuş.

      O yıllarda Uşak’ta at arabaları sanayi ileriymiş. En iyi arabalar uşak atölyelerinde yapılıyormuş. Uşak’ta yapılan arabalar; yol alırken, ‘’lok,lok,lok.’’ sesleri çıkarırmış. Öbür arabalarda ise lıngır,lıngır; lıngır lıngır  sesleri duyulurmuş. Uşak arabaları ilerlerken arka tekerlekler, ön tekerlekleri izlermiş. Öbür arabalarda ise ön tekerlekler de arka tekerlekler de eğri büğrü izler bırakırmış.

     Uşak iline gidiş gelişlerde Ali Çavuş, genelde Dinar’da gecelermiş. Akşamları da kahvehanede geçermiş. Eşekleri için de kahvehanenin bitişiğinde bir ahır bulmuş. Ali Çavuş hangi masaya otursa o masanın çevresi dolar taşarmış. Ali Çavuş çok güzel konuşurmuş. Ayrıca kahvehanede oturanlara Uşak’tan, Denizli’den ilginç haberler getirirmiş. Bu haberler Dinar halkı arasında hemen yayılırmış. Dinar’da yaşayanlar, bu çelişkili haberlerle yatıp kalkıyormuş. Günler günleri kovalayıp giderken bir akşam heyecanla kahvehaneye giren Ali Çavuş heyecanla bağırmış:

     -Yunanlılar Uşak’a girdiler.

     Kesik kesik ve heyecanla gördüklerini anlatmaya başlamış:

     ” Yunan askerleri, Uşak’a nasıl girdi? Hükümet konağını nasıl çevirdi? Kıyı mahallelere nasıl dağıldı? Kıyı mahallelerdeki kadınları ve çocukları nasıl korkutup kaçırdı?”

     O dönemde Anadolu’nun her köşesinde yaşanan olaylar, kulaktan kulağa Ankara’ya ulaşıyormuş. Dinar’daki kahvehanede konuşulanlar da önce Afyon cephesine, oradan da Ankara’ya ulaşıyormuş.

     Dinar’dan Ankara’ya ulaşan bilgiler, bir ara, çok önem kazanmaya başlamış. Mustafa Kemal, genç bir kurmayını, Dinar’dan gelen haberlerin kaynağını ve doğruluk derecesini öğrenmek için Dinar’a göndermiş. Mustafa Kemal’in gönderdiği Kurmay Yüzbaşı Dinar’a varmış ve kahvehaneleri dolaşmış. Ali Çavuş’un oturduğu kahveyi bulmuş. Çevresi kalabalık tahta bir masa varmış köşede. Masada oturanlar, heyecanla konuşan bir kişiyi dinliyorlarmış. Sivil giyimli konuk masaya yaklaşmış ve o da dinleyicilerin arasına katılmış. Masadaki bu heyecanlı konuşmalar gece yarısına kadar sürmüş. Masadakiler ağır ağır kalkarak evlerine giderken, Ali Çavuş da kahvenin üzerindeki çardak odasına çekilmiş.

     Ali Çavuş tam yatmaya hazırlanırken tahta kapıda bir tık tık sesi duyulmuş. Kapıyı açan Ali Çavuş, kapı önünde dikilen Genç adama bakmış. Sorgu sual etmeden genç adamı  içeri buyur etmiş. İki kişi de tahta divandaki yatak üzerine oturduktan sonra odaya giren genç adam kendini tanıtmış:

     - Mustafa Kemal’in emriyle geldim.

     Bu iki kişi sabaha kadar konuşmuşlar. Kurmay yüzbaşı olan bu çağrısız kişi, Ankara’nın direktifini Ali Çavuşa bildirmiş:

     -Kömür satışını sürdüreceksin. Gördüklerini kahvede seçerek anlatacaksın, hepsini değil. Zaman zaman sana gelenler olacak. Önemli bilgileri onlara saklayacaksın. Parola: ‘’Uşak-Dinar hattı.”

     Uşak’taki Yunan İşgal Kuvvetleri Komutanı, Ali Çavuş’a giriş-çıkış izni vermiş. Ali Çavuş, Uşak il merkezine kolayca girip çıkabiliyormuş. Özel giriş çıkış belgesi sahibi olan Ali Çavuş kolayca Yunan birliklerinin arasına girerek özel bilgiler de edinebiliyormuş.

     Uşak-Dinar hattı çalışmaya başlamış. İki üç haftada bir gelip gidenler oluyormuş ve gelenler de Ali Çavuş’a cepheden çeşitli bilgiler getiriyormuş. Çoğunlukla Afyon, Eskişehir cephelerinden ya da Ankara’dan geliyormuş bu çağrısız konuklar. Konuşmalar da sabahlara kadar sürüp gidiyormuş. Çoğu zaman Ali Çavuş ile konuğu, divanın üzerinde uyuya kalıyormuş. Ali Çavuş’un konuğu, güneş doğmadan önce cepheye ya da Ankara’ya gitmek üzere Dinar’dan ayrılıyormuş.

     Zaman gelmiş, haftalar aylar geçmiş ama Ali Çavuş aranmaz olmuş. Yunan ordusu, Afyon, Eskişehir yörelerine ulaştığı için Uşak’tan gelen bilgiler değerini yitirmiş olmalı. Ama aranmadığına çok üzülen Ali Çavuş, neden aranmadığını çözemiyormuş bir türlü. Dinar’a gelen bir köylüsüyle eşeklerini köyüne gönderen Ali Çavuş, Ankara’nın yolunu tutmuş

   . Sormuş soruşturmuş ve Mustafa Kemal’in bulunduğu yeri öğrenmiş. Kendisini tanıtmış görevlilere ve huzura alınmış. Ali Çavuşu hatırlamış Mustafa Kemal ve ayağa kalkarak” Sen de mi geldin Ali Çavuş?’’ der demez hemen söze başlamış:

     -Paşam, biliyorsunuz Çanakkale’de savaştım. Sizi Çanakkale’de gördüm, Yunan ordusunu da Uşak’ta gördüm. Ayağım sakat ama canım dayanmıyor olanlara, Ben de Kuva-i Milliye’ye katılmak istiyorum.

    Mustafa Kemal gülümsemiş:

     -Sen köyüne gidip eşeklerini yanına alacaksın. Köy köy dolaşarak bizim Ankara’da yaptıklarımızı köylülere anlatacaksın. Köylülerin gönüllerince verdiği yardımları toplayacaksın. Ayda bir Ankara’ya gelerek bana köylerde olanları anlatacaksın. Topladığın parayı da şu karşı odadaki muhasebeye yatıracaksın, demiş.

     Ali Çavuş, Ankara ile Tekke köy arasında mekik dokumaya başlamış. Aylar ayları, mevsimler mevsimleri kovalamış. 1922 Eylül ayına gelinmiş. Anadolu Özgürlük Savaşı kazanılmış. Ali Çavuş Mustafa Kemal’in huzuruna çıkmış:

     -Paşam vedaya geldim, köyüme gidiyorum.

     Mustafa Kemal:

     -Ali Çavuş, Ankara’da kal, sana düşecek çok işler olacak burada.

     Ali Çavuş:

     -Paşam Ankara’da kalamam, okumam yazmam yok, yol yordam da bilmiyorum.

     Mustafa Kemal:

     -Okuma yazma kolaylaşacak, öğrenirsin, cumhuriyet kurulacak, Cumhuriyetin yolunu yordamını da öğrenirsin.

     Ali Çavuş:

     -Ankara’da kalamam paşam, kalamam paşam, kalamam paşam..

     Ali Çavuş, sabah uykusunda sayıklaya dursun…

                              * * *

     1931 yılı, 4 Şubat Çarşamba günü, Denizli’de toplanan kalabalık, sabahın erken saatlerinde, istasyonu çevresinde toplanmaya başladı. Öğleye doğru artan kalabalık, Denizli ovasına doğru yayılıp gidiyordu. Karşı dağın yamacındaki Irlıganlı Köyü’nün toprak damlı yapılarının üstleri de insanlarla dolmuş taşmıştı. Saat 13.00’de tren sesi duyuldu. İstasyon çevresinde yoğun bir uğultu yükselmeye başladı:

     -Geliyor, geliyor, Reisicumhurumuz Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretleri geliyor!

      Kalabalığın uğultusu, tren sesi ve tren düdüğü birbirine karışıyordu. Bu büyülü gürültü, Denizli ovasına ve Kuzeydeki Karcı Dağı yamaçlarına doğru bir nefes olarak yayılıp gidiyordu.

     Tren durdu istasyonda. Bir kompartımanın kapısı açıldı. Mustafa Kemal bir basamak aşağı indi. Uğultu kesildi. Uzun Kavaklar Mahallesi’ndeki ağaçlardan kuş sesleri duyulmaya başladı. Mustafa Kemal, önce birinci sıradaki protokole göz attı, sonra da ikinci sıraya... Ovaya doğru yayılıp giden kalabalığın arasında birisini arıyordu mavi gözleri. O ara sağ elini yukarı kaldırarak kalabalığı selamladı:

     -Merhaba Denizli!

     O anda efsunlu bir heyecan tufanı yükselmeye başladı:

     -Merhaba, hoş geldiniz, uğurlar getirdiniz, bizleri ihya ettiniz. Denizli’yi şereflendirdiniz! Sağ olun, var olun Türkiye’mizin reisicumhuru, ulu önderimiz, Mustafa Kemal Paşa hazretleri!

     Mustafa Kemal basamaklardan inerek ön sıradaki protokol ile tokalaştı. İkinci sıra ile tokalaşırken halk çevresini aldı. Kimileri elini tutuyor okşarcasına, kimileri omzuna, yüzüne dokunmaya çalışıyor, kimileri de eğilerek bacaklarına sarılıyor, ayaklarını öpmeye çalışıyordu. Yer yer ‘’Yaşa var ol!’’ . sesleri yükseliyordu:

     -Bizi kurtardınız, yurdumuzu kurtardınız, evimizi barkımızı, namusumuzu, şerefimizi kurtardınız, Türkiye’yi kurtardınız!

     Mustafa Kemal kalabalığa karışarak halkın arasında yürürken kalabalık arasında görünmez oldu. Mustafa Kemal ile çevresindekiler uyumlu halkalar içinde otomobillere doğru yöneldiler. Mustafa Kemal, kendisine ayrılan otomobile bindi. Kortej ağır ağır, İstasyon Caddesi’nde ilerlemeye başladı. Mustafa Kemal’in otomobilinde dört yaveri de yer almıştı.

     Trenden inerken Ali Çavuş’u aradı Mustafa Kemal’in gözleri ama göremedi. Ali çavuşu görebilmek için gözleri epey dolandı kalabalığın üzerinde. Karşılayanlar arasında Ali Çavuş’u göremeyince sağ yanında oturan birinci yaveri Turgut’a döndü:

      -Ben valilikte yapılacak toplantıya katılacağım. Sen Tekke köyüne git, Ali Çavuş hakkında bilgi topla.

     Turgut Tekke köyüne vardığında, Sokaklar bomboştu. Kadın, erkek, çoluk çocuk tüm köylü Denizli’ye akmış. Bir sokak arasında oyun oynayan çocukları gören Turgut, Ali Çavuş’un evini öğrendi. Gidip bakmış ki evin kapısı kilitli. Çevrede de kimsecikler yokmuş. Komşu evin kapısını çalmış ve kapıya yaşlı bir nine çıkmış. Yaşlı nineye sormuş:

     -Ali Çavuşun evi burası mı?’’

     -He ya, neden sorup durusun ki?

     -Onunla önemli bir işim var, onu görmem gerekiyor.

     -Hapse atmışlaa onu.

     -Neden?

     -Hökümete garşı mı gelmiş ne? Ne oldunu bilemem ki. Bene öle bi şey dediler işte…

     Turgut Denizli’ye dönerek ceza evine gitti. Ceza evi müdürü ile birlikte Ali Çavuş’un kaldığı toprak odaya girdiler. Gece boyunca uyuyamayan Ali Çavuş, sabaha kadar, Mustafa Kemal düşleriyle debelenmiş durmuş. Sabaha doğru uykusuzluktan gözleri kapanmış ama Mustafa Kemal düşleri içinde sayıklıyormuş:

     ‘’Ankara’da kalamam paşam, Ankara’da kalamam Paşam, kalamam Paşam, kalamam paşam, kalamam paşam…’’

                                           * * *

      Mustafa Kemal’in yaveri, Ali Çavuş’u uyandırmış. Uykulu gözlerle Turgut’a baka Ali Çavuş:

     -Sen de kimsin?

     -Mustafa Kemal’in selamını getirdim, demiş Turgut.

     -Gazi Mustafa Kemal Paşa geldi mi?

     -Evet geldi, seni bekliyor.

     Sersem sepet ayağa kalkan Ali Çavuş, uykusuzluktan gözlerini açamıyordu. Ayağa kalkarken sağ omzunu duvara çarptı. Turgut, Ali Çavuş’un koluna girerek ayağa kalkmasına yardım etti. Hapishaneden birlikte çıkıp otomobile kadar yürüyerek otomobile bindiler. Eğri büğrü, yollardan geçen otomobil, Bayram Yeri’ne gelerek bir lokantanın önünde durdu. İki günden beri aç olan Ali Çavuş, karnını doyurdu. Çorba ile aşure alan Ali Çavuş’a, Turgut da eşlik etti.

     Yemek sonrası hemen yakında olan tanıdığı bir berbere gitti:

      -Acelem var, saç, sakal, baş yıkama.

     Berber:

     :Acelen var ha.?

     Ali Çavuş:

     -Acelem var. Reisi Cumhur Hazretlerini ziyarete gideceğim.

     Saç ile sakal tıraşından sonra Ali Çavuş’un başını gıcır gıcır yıkadı Berber. Berberden çıkan Ali Çav, yandaki tüccara girerek yeni bir gömlek ile bir kravat aldı. Karşı terziye uğrayarak ceketi ile pantolonunu ütületti. Ütü yapılırken ayakkabılarını da yandaki boyacıya bıraktı. Giyinip kuşanan Ali Çavuş, yavaş yavaş kendine geliyordu.

     Köşede ekleyen otomobile bindi Turgut’la Ali Çavuş. Valilik önnde otomobilden inen iki kafadar, merdiven basamaklarını İkişer üçer atlayarak valilik makamı kapısına vardı. Onları gören polisler hemen kapıyı açtı. Ali Çavuşun kapıdan içeri girdiğini gören Mustafa Kemal ayağa kalktı ve elini Ali Çavuş’a uzattı.

     Bir gün önceki hırçın adam Ali Çavuş gitmiş, yerine erenlerden eren uslu bir kişi gelmişti. Selam sabahtan sonra Ali Çavuş:

     -Paşam, bu Denizli Valisi de pek şaşkın çıktı. Denizli’ye gönderecek başka iyi bir adam bulamadınız mı?

      Mustafa Kemal:

     -Ankara’da kal dedim sana ama kalmadın.

     -Ben Ankara’da kalamazdım paşam.

     -Neden?

     -Paşam eğer ben Ankara’da kalsaydım, köylüler ne derdi?

     -Ne derdi?

     -Ali Çavuş, bizden topladığı paralarla Ankara’ya köşk yaptırdı, keyif sürüyor, derlerdi.

     Mustafa Kemal üsteledi:

     -Okuma yazma öğrendin mi?

     -Öğrendim paşam, şiir bile yazıyorum.

     -Seni, Denizli valiliğine, tahrirat katibi yardımcısı olarak tayin ediyorum. Vali bey sana bir oda gösterecek. O odada görev yapacaksın.

     -Benim çalıştığım odaya köylüler de girip çıkabilecek mi paşam ?

     -Elbet girip çıkabilecek. Valilikte işi olan herkes girip çıkabilecek. Arkadaşlarında girip çıkabilecek. O yalnız senin odan değil, halkın odasıdır, köylülerin odasıdır.

     Ali Çavuş, Vali Bey’in yüzüne baktı. Vali Bey gözlerini ayakkabılarına dikmişti…

                                          * * *

 

*) O tarihte soyadı yasası çıkmamıştı.

**)1962-1970 yılları arasında, Denizli’de İlköğretim Müfettişi olarak görev yaptım. 1963 yılı Ekim ayında, 

   Denizli Merkez Hürriyet İlkokulu’nu teftişe gittiğim zaman, Hürriyet İlkokulu Müdürü Rahmeti Adil Bey

   Anlattı bu olayı bana. Adil Bey, Tekke Köyündendir ve o tarihte Denizli Ortaokulu 3.sınıf öğrencisiymiş. 

Yazan: Yusus Gündüz

 
Bugün 9 ziyaretçikişi burdaydı!
koylugorusu.tr.gg Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol